Ülkemizin Refahı, Huzuru Ve Aydınlık Yarınları Sadece Politikacılara Bırakılamayacak Kadar Hayati Önemi Haizdir
Saygıdeğer paydaşlar, Sevgili Okurlar;
Ulusal sorun stokları açısından hayli zengin bir ülke olduğumuz malumlarınızdır.
Bu stokları kısa sürede eritebilmek için sadece iktidarlardan, yerel/merkezi idarelerden ve yöneticilerden medet ummak, sorunlarımızın çözümünü Allaha ve ülkemizi yönetmeleri için geçici vekalet verdiğimiz siyasetçilere ihale edip kendimiz hiç bir şey yapmadan hayatlarımızın güllük gülistanlık olmasını beklemek sorumsuzluk ve kolaycılıktır, aşırı iyimserlikten hatta hayalperestlikten öteye geçemez kanaatindeyim.
Bugün deprem kaynaklı yaşadığımız acılara ilaveten sürekli şikayet ettiğimiz ; sosyolojik-ekonomik iklimin, fırsat eşitsizliğinin, demografik erozyonun, beyin göçünün, gelir dağılımı ve refah paylaşımındaki adaletsizliğin, uluslararası ilişkilerimizdeki sıkıntıların, hukuk egemenliğinin yitirilmiş olmasının, milli kaynaklarımızın rasyonalite ile uyuşmayan kullanımının ve belki de en önemlisi olan ulusal değerlerimizin ve ahlak anlayışımızın erozyona uğramasında hemen hepsinde korkarım hepimizin aktif/pasif rolü ve mütelselsil sorumluluğu olduğunu düşünüyorum.
Bu rolü toplumun bir kesimi ; politik tercihleri ile oy vererek, susarak, umursamayarak, benim üzerime vazife mi ki diye sorarak, risk almaktan çekinerek, konfor ve güven alanlarından çıkmak istemeyerek, yeterince güçlü tepki vermeyerek, Allah beterinden korusun diyerek, kulaklarını çekiştirip mazallah-inşallah-evelallah diyip acıları çabuk unutup günlük hayatlarına dönerek, haksızlıklara ve akıldışı uygulamalara alışarak/kanıksayarak …
bir diğer kesimi mevcut iklimden-konjonktürden beslenerek bilerek ve/ya bilmeyerek oynadı, oynuyor. Üçüncü ve çok azınlık olan kesim ise kendilerine biçilen rolü üstlenmeyi reddediyor ve sınırlı imkan kabiliyetleri mücadele veriyor ama radikal değişim için yeterli olamıyor.
Unutmamak gerekir ki ; iktidarlar değişir fakat o iktidarı besleyen zihniyete sahip kitle seçimlerden sonra buharlaşıp kaybolmaz, muhalefet olur. Yine hep birlikte ayni vatan topraklarında bir arada yaşamaya devam edilir.
Farklılıklarımızı zenginlik olarak kabul etmek ve ayni ülkü etrafında birleşebilmek, vatandaşlık ortak paydasında buluşmak ve bu toprakları ortak Yurdumuz bilmek çok değerli ve bu da ancak Cumhuriyetin faziletlerinden, nimetlerinden taviz vermeden demokratik bir sosyal düzen içinde bir arada yaşayabilmeyi becerebilmekle mümkün olabilir.
İşte mesele de tam burada yani Bir Arada Yaşayabilmeyi Becerebilmekte düğümleniyor. Anadolu kültürümüzde bir laf vardır. Hayatımızdan kolayca çıkartamayacağımız, yok sayamayacağımız kişileri sevsek te sevmesek te katlanmak zorundayızdır (Ne yapalım Atamazsın satamazsın) deriz.
Madem ki birbirimizden vaz geçmek, birbirimize “ya sev ya terk et” diyebilmek imkanımız ve hakkımız yok o halde neden bu hayatı zorlaştırmak yerine daha huzurlu ve mutlu bir şekilde yaşamaya gayret etmeyelim. Bu ideali gerçeğe dönüştürmenin sihirinin şu iki kavram içinde saklı olduğu inancındayım.
SEVGİ ve HOŞGÖRÜ.
Dolayısı ile ülkemizi aydınlık, huzurlu ve müreffeh yarınlara taşıyabilmek için sorun çözme becerileri gelişmiş bir toplum yaratmak zarureti vardır. Bu hedefe ulaşmak için bana göre yegane yol “kitlesel aydınlanma” dır.
Cehaletinin farkında bile olmayan ve yalnızca kendilerine servis edilen/dayatılan koşulları kaderleri gibi kabüllenip boyun eğen milyonlarca insanı eğitmeden kitlesel aydınlanma sağlanamaz. Kitlesel aydınlanma ise ülkemizde halen varolan “Aydın” sayısını, sorumluluğunu ve cesaretini arttırmakla başlar kanaatindeyim.
Saygı ile
Serdar DURAT