Çoğu kimsede çoğu zaman var olabilecek ‘düşünme alışkanlıkları’na oldum olası merakım var. Bu nedenle de gazete köşe yazılarına, TV tartışmalarına, hatta internet ortamındaki yazışmalara daha bir dikkatle bakarım.
Genellemek istemem ama, gözlemlediğim böyle bir alışkanlığı ve ona yol açtığını düşündüğüm neden(ler)i paylaşmak; gelebilecek yorumlar yoluyla da zenginleştirmek isterim.
Zihnimize çeşitli yollarla üşüşen sorular var. Belki de en yaygın olanlardan birisi, HUMAN The Movie adlı filmin son sahnelerinin birindeki çocuğun[1] -bu veya benzer ifadelerle- sorduğu şu sorudur: “Kendime sordum, niçin bu Dünya’dayım? Buradayım çünkü Tanrı’nın benim için bir planı var. Çünkü bu Dünya’da olan herkesin bir misyonu var; o halde benim de var, ama ben onu henüz bilmiyorum?”
Filmdeki çocuğun, sorduğu sorunun cevabını henüz bilmediğini açıklıkla söylemesinden sıra dışı bir zihinsel yeteneğe sahip olduğunu düşünüyorum. Ama yine de sorusunun bir cevabı olduğundan emin. Belki yaşadıkça bu soruyu sora sora ya bir misyonu olduğu ya da bir avuç enerjiden başka bir şey olmayabileceği gibi bir sonuca varacaktır. Ne sonuca varacağı bu yazının konusu açısından önemli değil; önemli olan zihnindeki bu soruya ve daha yüzlercesine cevap bulmak için duyduğu büyük arzudur.
“Sorularına cevap bulmak” dürtüsünün tüm canlılarda ortak olduğu görülüyor. Bu nedenle de dünyaya yeni gelenlerin bebeklik dönemlerindeki sevimli ve komik hallerinin birer “cevap arama” eylemi olduğunu, büyüdükçe bu meraklarını yavaş yavaş -eğitim yoluyla- kaybedip birer çok bilmiş meraksız haline dönüştüğünü söyleyebiliriz.
Cevabını aradığımız “zihinsel alışkanlıklarımız” bağlamındaki soru açısından burada önemli olan, cevabını bildikleri ile bilmedikleri arasındaki eksik baklaları tamamlama ve o baklaların eksikliğinin yarattığı rahatsızlığı giderme arzusunun ne denli güçlü olduğudur.
Türümüzün kültürel alışkanlıkları bu eksik baklaları giderme konusunda o derece hızlıdır ki, boşluğu kapatacak açıklamaların, düşünme zincirinin bütünü ile tutarlı olmasına, referans alınabilecek tek yol gösterici olan “akıl-sezgi etkileşimi yoluyla evrimleşmiş bilim”in bu konuda bir cevabı olup olmadığını doğrulamaya zaman harcamadan, doğrudan doğruya kendine makul gelen bir açıklama bulup boşluğu kapatır (Dini inançlar bu bağlamda ilk başvurulan -boşlukları dolduran silikon macunlar kadar pratik- araçlardır).
Bu alışkanlık ilk bakışta yanlış gibi görünse de muhtemelen evrim açısından türe bir avantaj kazandırmakta olabilir. Öyle ya, her açıklama boşluğu bir belirsizlik, her belirsizlik bir düşünme zorunluğu, o zorunluk bir zaman sarfı, o ise avcılık-toplayıcılık açısından rakiplerinden geri kalmak anlamına geleceği için, bir risk alarak o boşluğu bir varsayımla kapatmaktadır. Eğer tesadüfen de olsa o varsayım işe yararsa, artık düşünme zincirinin o bölümüne yapılan yama tuttuğu gibi, belki başkaca boşluklar için de kullanışlı bir silikon dolgu malzemesi bulunmuş olmaktadır. Varsayım işe yaramaz ise, muhtemelen niçin işe yaramadığını sadece kendisi bilecek, belki de işe yaramazlığı yeni bir dolgu ile kapatmaya kalkacak; her defasında gözünün (yani aklının) oraya takılmasına engel olmak için de orayı biraz zor görülebilir bir boya ile boyayıp kendini kandıracak -ama rahata da ermiş olacak-tır.
Eksik düşünme baklalarının bu gibi üç kağıtçılıkla dolgulamayı engelleyebilecek tek malzeme “kuşku”dur. Eğer kuşku bilinçli bir düşünsel alışkanlık haline gel(e)memişse, eksik bakla yukarıda değinilen yanıltıcı dolgu malzemeleri yoluyla derhal kapatılacaktır. Eğitimdeki ezber[2], tekrar[3] ve koşullandırma[4] gelenekleri yeni dolgu malzemeleri üretimine son derece elverişli malzemeler olup, ulusça elbirliği halinde imal edilmektedir.
Eksiksiz zincir olması gereken düşünmenin boşlukları hangi malzemeyle doldurulmuş olursa olsun, bunların gerek kişinin kendisi gerekse başkalarınca fark edilmemesi için “tumturaklı söz söyleme”, “yabancı sözcük kullanımı”, “bağırma”, “inanç ve diğer ideolojileri sorgulamaya kapatmak” gibi boyalarla dikkat çekmez hale getirilir.
29 Aralık 2020
Tınaz Titiz
Onursal Mentor