Çok uzun yılardır huzur ve barışın egemen olduğu Karadeniz; son zamanlarda giderek tırmanan statüko kapsamında ABD / NATO ve Rusya arasındaki ezeli rekabete yeniden sahne olmaya başlamıştır.
Türkiye jeopolitik kaderi nedeni ile ve milli menfaatleri gereğince, yükselen bu gerginliğin azaltılması için büyük gayret göstermektedir. Başta ABD olmak üzere Batılı ülkeler Karadeniz’deki varlıklarını arttırmak amacıyla Montrö Sözleşmesinin değiştirilmesine yönelik taleplerini ve baskılarını sürdürüyorlar.
Mevcut idare zaman zaman Doğu-Batı ekseninde yalpalamalar sergilemiş olsa da Karadeniz’deki barış ikliminin sürdürülebilmesinin, Türkiye için ciddi bir beka meselesi olduğunu ve tabiatı ile Montrö sözleşmesini mevcut hali ile idame etmek gerektiğini biliyor.
Sovyetler Birliği soğuk savaş dönemi boyunca Varşova Paktı üyesi Bulgaristan ve Romanya ile Sovyetler Birliği’nin birer parçası olan Ukrayna ve Gürcistan saye- sinde tüm Karadeniz’i sadece Türkiye ile paylaşmış ve bölgenin büyük bölümünde hakimiyet kurabilmiştir. Montrö Sözleşmesi’nin Karadeniz’e sahildar olmayan ülkelere getirdiği kısıtlamalar ise Batılı güçlerin bölgeye müdahil olabilmelerini engellemiştir. NATO ve ABD Türkiye sayesinde Karadeniz’de varlık gösterebilmiştir.
Ancak Rusya, Varşova Paktı ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasına müteakip bu üstünlüğünü kaybetmiştir. Rusya’nın elinde mahdut bir kıyı kalmıştır. Soğuk Savaş dönemindeki deniz üslerinden ancak birkaçına nüfuz edebilir hale gelmiştir. Bunlardan en önemlisi olan ve Ukrayna’nın hakimiyetinde kalan Kırım’daki deniz üssü ise Rusya için en büyük stratejik kayıp olmuştur.
Soğuk Savaş sonrası Sovyetler Birliği ve ABD arasındaki rekabet, Rusya ve ABD güdümündeki NATO rekabetine evrilmiş, Karadeniz taraflar arasındaki güç mücadelesinde eski dönemlere oranla daha önemli bir rol oynamaya başlamıştır. Ruslar yüzyıllar boyunca sıcak denizlere inme politikasında kilit taşı durumundaki Karadeniz’e ve Türk boğazlarına çok daha fazla önem vermeye başlamışlardır. Rusya’yı kuşatma politikasına odaklanan ABD için Karadeniz çok daha değerli ve stratejik önemi haiz bir harekat alanı haline gelmiştir.
Avrupa ile Asya arasında transit koridoru olması, enerji ulaşım hatlarını üzerinde barındırması, Hazar Havzası enerji kaynaklarına yakınlığı, Orta Asya’ya ve genişletilmiş Orta Doğu’ya açılan kapılardan en önemlisini oluşturması ve Rusya’yı güneyinden çerçevelemesi açısından Karadeniz’in stratejik önemini daha da arttırmıştır.
Rusya 2004 yılında Bulgaristan ve Romanya’nın NATO üyesi olmaları ile Batı bloğunun Karadeniz’de daha fazla söz sahibi olmasına mani olmamış, her ne kadar rahatsız olsa da ittifakın bölgede artan faaliyetlerine pek itiraz etmemiştir.
Karadeniz halen üç NATO ülkesine birden sahil sağlamakta olup Montrö Sözleşmesinin NATO devletleri için getirdiği kısıtlamalar da kısmen gevşemiştir.
Karadeniz bu dönemde Batılı ülkeler ve Rusya arasında güvenlik alanında olduğu gibi ekonomik anlamda da büyük bir rekabete zemin oluşturmaktadır.
Artan enerji hatları bölge ve bölge dışı ülkeleri arasında boru hattı savaşını başlatmıştır. Orta Asya ülkelerinden çıkan doğalgaz ve petrolün Avrupa’ya nakil sürecinde Karadeniz batılı devletler için Rusya’yı bypass etme sürecinde önemli bir rol oynarken, Rusya sürecin dışında kalmamak için Karadeniz’deki etkisini, ağırlığını korumaya odaklanmıştır.
Türkiye açısından Karadeniz’in güvenliği Ukrayna Krizi ve Kırım’ın ilhakından sonra daha karmaşık bir hal almıştır. Ege ve Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve GKRY ile deniz yetki alanları, hidro karbon yatakları, karasuları, kıta sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) konularında önemli sorunlar yaşayan Türkiye için Karadeniz jeo-ekonomik, jeo-stratejik ve uluslararası hukuk konularında nispeten sorunsuz bir bölgedir.
Ancak özellikle yukarıda arz ettiğim gelişmeler karşısında Türkiye, bir yandan üyesi bulunduğu NATO’nun değişen Rus tehdidine karşı Karadeniz’e daha fazla açılma talepleri ile öte yandan askeri ve ekonomik ilişkilerinin son dönemde oldukça geliştiği Rusya’nın Karadeniz’e yabancı müdahalesini kısıtlama gayretleri arasında sıkışmış durumdadır. Bu sıkışmışlık hali Türkiye’nin kaderi değildir.
Türkiye açısından Montrö Boğazlar Sözleşmesi, üyesi olduğu NATO’ya karşı sorumlulukları, güvenlik konularındaki taahhütleri ve Rusya ile gelişen ilişkileri arasında önemli bir denge faktörüdür.
Türkiye, ABD ile Rusya arasındaki bu tehlikeli bilek güreşinin tam ortasında kalmıştır. Devlet AklıMontrö Boğazlar Sözleşmesi’nin Karadeniz’deki istikrarın güvencesi olduğunun ve sözleşmenin hükümlerinin değişmesinin mevcut krizi daha da derinleştireceğinin farkındadır.
Türkiye’nin bu politikasında ısrar etmesi ve ne pahasına olursa olsun Montrö Sözleşmesinin hükümlerini muhafaza etmesi bölgenin hem mevcut hem de gele- cekteki dengeleri, huzuru için hayati öneme haizdir.
85 yıldan daha fazla bir süredir yürürlükte olan sözleşmenin değişmesi ileride geri dönülmez pişmanlıklara neden olabilir.
Türkiye’nin elindeki inisiyatifi özenle ve kararlılıkla koruması ulusal güvenliğinin vazgeçilmezidir.
Sevgili okurlar,
Son günlerde bu coğrafyada kartlar yeniden dağıtılıyor. Ukrayna'nın doğusundaki Donbas bölgesinde Rusya yanlıları ile Ukrayna birlikleri arasında gerilimin artması gözleri yeniden bu bölgeye çevirdi. Kiev, Rusya'nın Ukrayna sınırına asker yığdığını iddia etti. Rusya ise kendi güvenlik ihtiyacı doğrultusunda bazı birliklerini konuşlandırdığını belirtti ve Ukrayna'yı provokasyonla suçlayarak, "iç savaş" uyarısı yaptı.
ABD'den de Ukrayna'ya destek açıklaması geldi.
Sonuç olarak :
ABD’nin 6000 mil uzaklıktan gelip tatbikat görüntüsü altında Dedeağaç’ta olağanüstü askeri yığınak yapmasının, Rusya’nın yanıbaşındaki Ukrayna’da kışkırtıcı planlarının, Montrö şartlarını değiştirmeye çalışmasının gerçek anlamda stratejik bir “Harassment” (Taciz) ve bariz bir hasmane tutum olduğu kanaatindeyim. Bu yaklaşımın yakında bizim hayatımızı da zorlaştıracağı kuvvetle muhtemeldir. Bu bilek güreşi küçük bir kıvılcımla Karadeniz jeopolitiğini cehenneme çevirebilme potansiyeline sahiptir.
Türkiye bu durumda son derece soğukkanlı ve tutarlı bir denge politikası izlemeli, her iki tarafa da göz kırpmaktan, mavi boncuk diplomasisinden vazgeçmelidir.
Ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranmaya çalışmalı, sadece kendi milli menfaatleri doğrultusunda omurgalı bir duruş sergilemelidir.
Bu kapsamda Kanal İstanbul projesi iptal edilmeli, Montrö sözleşmesi mevcut hali ile sürdürülmeli, Yunanistan’la aramızdaki sorunları barışçıl yöntemlerle çözmek için diplomatik çabalar arttırılmalı, mütecaviz söylem ve politikalardan sakınılmalıdır.
Ayni anda çok cepheli angajmanlardan kesinlikle kaçınılmalıdır.
Bunun için de Mısır ve İsrail ile ilişkiler ivedilikle normalleştirilmeli, Suriye politikaları revize edilmelidir.
Saygılarımla
Serdar DURAT